Senem Nine kulübesinden çıktı. Elini salladı.
- Çoban Ali; gel; taze çörek yaptım.
Çoban Ali sevincinden iki kez takla attı.
- Yaşşaa nineciğim!
Nine iki büklüm, Çoban Ali'ye hizmet ediyordu. Çörekler getirdi, ayran yaptı.
Ali ağzını çöreklerle doldurdu. Ak Benekli'yi de yanına çağırdı.
Senem Nine onların karşısına geçti, oturdu. Gözlerinden iki damla yaş aktı.
- Hey Çoban Ali! Oğulcuğum. Torunum da yaşasaydı, senin kadar olacaktı. Ah onlar gelmeseydi, o adamlar! Her şey ne güzeldi!
Çoban Ali yerinden ok gibi fırladı:
- Söyle nineciğim. Söyle, kimler geldi? Hangi adamlar? Ne olur anlat nine! Torununa ne oldu?
Ali böyle haykırırken Senem Nine'nin dizlerine kapanmış, sımsıkı onun ellerinden tutuyordu.
Senem Nine ağlıyor, bir yandan da Çoban Ali'nin saçlarını okşuyordu.
- Peki Çoban Ali. Anlatacağım oğulcuğum.
Ali ninenin yanına çöktü. Ak Benekli sanki olağanüstü bir şeyler olduğunu anlamış gibi bir nineye, bir Çoban Ali'ye bakıyordu. Çoban Ali Ak Benekli'yi çekti, kucağına oturttu.
Nine bir eliyle gözyaşlarını sildi. Başını kaldırdı. Dere boyunun iki yanını gözleriyle uzun uzun taradı.
- Çoban Ali, şuraları görüyor musun?
İşaret parmağıyla ta uzakları gösterdi. Yine devam etti:
- İşte buraları bir zamanlar yemyeşil ormandı. Çamı, kavağı, meşesi; ne ağaçlardı onlar! Dallarında cıvıl cıvıl kuşlar öterdi... Gölgelerinde köylüler serinlerdi. Mis gibi havasını ciğerlerimize doldururduk. Kuraklık nedir bilmezdik. Bereketli yağmurlar yağardı hep. Kışın kar yağıp da ilkbaharda erimeye başlayınca dere dolup taşardı. Ama o güzelim ağaçlar bizleri selden korurdu.
Çoban Ali merakla sordu:
- Eee nineciğim, ne oldu o güzelim ağaçlara?
Senem Nine hırsla kalktı. Bir elini yukarı kaldırıp yumruğunu sıktı:
- Onlar geldiler, o baltalı adamlar Çoban Ali. Yıktılar, devirdiler ağaçlarımızı. Söktüler köklerinden. Sanki canlarımızı da aldılar gittiler. O gün bu gündür bu toprak çorak, bu toprak kurak... |